29 Ekim 2009 Perşembe

Asıldığı Yerde Unutuldu Yüzler

İletişim çağı susarak anlaşmayı da öldürmüş...
Asıldığı yerde unuttuk, yüzümüzü en son kim güldürmüş...


Dündü, "Hayat güzel be çocuk!" dediğim. "Acı tatlı her şeyiyle..."
Ama zaman da bu kadar çok şey almasaydı be çocuk, elimizden. Her şeyi kelimelere dökmek gerekmeseydi çok eski zamanlarda gerekmediği gibi. Bakışlar emekli edilmeseydi be çocuk! Gölgeli gözler...

İçimizi okuyan insanlar olsaydı yine yanımızda... Biz öyle olsaydık...

Bunca araç bolluğunda yarım kalıyor iletişimimiz be çocuk!
Bakışlarım açıkta kaldı; hayat ne soğuk be çocuk, ne soğuk!..

11 Ekim 2009 Pazar

Allâme Pirana

kim akıllı, kim deli...
kim normal, kim tuhaf...
iyi biliyoruz di mi? kolayca...

herkesin -yüzde yüz eminim- hasta gördüğü birinin kalemine şahitim.
yanında mağara adamından cahilsiniz...
tüm sığlığınızla sadece siz asilsiniz (!)...

harikulade aptallığınızla bu allâme piranalar sizin eseriniz... ama içleri içlerini kemirirken gedikleşen hepimiziz...

yok, yok...
bu "manyak" (!) nesil adamlığınıza (!) tekmeyi basacak...

4 Ekim 2009 Pazar

Ayakkabı Bağı Kimi Bağlar?

Korkaklığın hakkını teslim etmek gerek!
Nedir korkaklığın hakkı? Korumacılık kurbanlığı...

Çocuk hiçbir şeye el sürmez. Mikrop kapar belki. Arkadaşıyla tartışmaz, burnu falan kanayabilir işin sonunda. Ayakkabısını bağlayamaz, önlüğünü ilikleyemez, fermuarını çekemez... Burnunu çekebilir; ama sümküremez kendi başına. Otobüse falan da binemez, binse de doğru durakta inemez...

Banka kuyruğunda sıra kurbanı olan, devlet dairesinde evrak perişanlığı yaşayan, kendine ayakbağı olan otlakçı arkadaştan (!) kurtulamayan, her ensesi kalın karşısında ceketini iliklemeye çalışan ve bunu beceremeyen, otobüsün arka kısımlarında iğneye bile yer yokken sağlı sollu ilerlemelere ses çıkaramayan...
Bu insanlar dünyamızı hep birlikte ziyarete gelmiş uzaylı turistler değil!
Dünün küçükleri... Küçük kalanları...

Ayakkabı, insanın yere sağlam basmasını sağlar. Onun bağı başkasının eline teslim edilemez.
Bugün fermuarını çekemeyen, hayat boyu çok kahır çeker...

3 Ekim 2009 Cumartesi

Mükemmel Olmadan Ölme!

"Kendinizi tanıyın!" Bu, bir emirdir.
Emri veren de kişisel gelişim uzmanları.

Mükemmel ol, sonra da öl! Yukardaki emrin ihtiva ettiği anlam buna varıyor.

Bazı şeyler ulaşılmak istenen hedeflerdir: Şampiyon olmak, rekor kırmak, derece yapmak... Mutluluk, huzur, (geniş anlamda) başarı... bunlardan değildir. Kendini tanımak da...

İnsan, hayatın her anında ya mutludur ya mutsuz; ya huzurludur ya huzursuz... Birtakım şartları yerine getirip gerekli yerlere belgeler teslim ederek, gayri ilelebet mutlu, huzurlu olma garantisi alma gibi bir şey söz konusu olabilir mi?

Kendini tanımak da bir süreçtir. Belli bir yaş haddi veya bilgi birikimi kendini tanıma eşiği olarak sabitlenebilir değil ki, o eşiği atlayınca kendine dair başkaca keşiflere kapılar kapanmış olsun.

Hayatın anlamı, insanı hayatta tutan şeydir. İnsan, doğduğu andan itibaren tanıştığı her şeyle kendini tanır, kendini tanıdıkça etrafındakileri doğru tanımlar, yorumlar.

Bilmekten vazgeçtiği ölçüde kendine attığı adımları kısmıştır. İnsan da bir kuyudur, kendini kazdıkça derinleşir; kendini terk ettikçe körleşir, sığlaşır...

Bilmekten vazgeçen insan, kendini tanıdığına kani olmuştur. Ama Oscar Wilde'ın da dediği gibi "Yalnızca sığ olanlar, kendini tanıyabilir."

2 Ekim 2009 Cuma

İyimserlik Parıltısı




bardağın dolu tarafını görüyorum bu günlerde. iyi oluyor.
hayat, insanı daha az yoruyor...

güleryüzlü günleri çoğaltmalı...
insan, kuş misalı...