28 Şubat 2009 Cumartesi

Yalnız Dağılım




yorgunum...
yaşadıklarımdan ve yaşamadıklarımdan...
bir ağustos günü açık havada, bir ağacın altında, hafif hafif eserken rüzgar...
uzanıp gün boyu uzun uzun...
belki uyurum...
belki her şeyi unuturum...

herkes dağılırken sabahları bir yerlere...
kimsenin yönelmediği tarafa yürümeliyim...
belki uzunca bir yol sonra adımlarım şehir dışına çıkar...
ne çıkar...
kimseden öğrenmiyor esmeyi rüzgar...
...


27 Şubat 2009 Cuma

Hükümet Affetse de Öğrenci İşleri Affetmez

Bugünlerde tek derdim aftan yararlanarak formasyon gailesini yoluna koymak... Ama bu pek de kolay olmayacak. Bizim üniversitede (1453 tevellütlü İstanbul Üniversitesi oluyor kendisi, övünmeye gelince söylenir) öğrenci işleri diye bir şey yoktur, bilenler bilir. Aslında vardır da bir nevi işkence yöntemi olarak istimal edilir kendileri...

Ben ki, bütün bürokratik işlerden nefret eden şahsiyet, bu 4 yıllık işkenceyi bir buçuk yıl daha uzatma niyetiyle "tezsiz yüksek lisans" tabir edilen formasyon eğitimi hakkını kazanıp 2005 güzünde "bismillah" demişim... İş hayatı çetin ve çetrefilli başlamış... Yer uzak, üniversitede ajan-öğrencim, kulağım-elim, tepe gözüm, telekulağım yok...

İlk dönem geçe geçe bir ders geçmişim...
Sonra bir bakmışım; iki güz, iki bahar geçmiş... Üçüncü güz başında işi sıkı tutayım demişim, o kadar sağlam yapışmışım ki, "elimde tuttuğum bu şey de ne!" diye kendime geldiğimde teslim tarihi geçmiş staj dosyası olduğunu anlamışım... Böylece son 100 için gong çaldığında ben ilk yüzde, abus bir yüzle kalakalmışım...

Ve... "Pes" demişim... O bahar en rahat bahar olmuş. -Dünyada iki öğrenci rahattır: Bir 5 alan, bir de 1...

Değişik planlar içine girmişken, yaz sonlarında kulağıma af hikayeleri çalınmaya başlamış... 2008'de olduğumuzu, sonraki yılın 2009 olduğunu ve Mart'ında seçim olduğunu o zaman düşünmediysem şimdi düşünüyorum... Her neyse siyasi taşlamayı bırakalım, buradan esaslı bir teşekkür yolluyorum sayın Hüseyin Çelik'e... Kpss'ye girdiğimde atamalarda görmek istiyorum sizi...


Şu işe bakın: Eylük 2005'te "tezsiz"e kabul edilmişim, hakkım Eylül 2008'de bitmiş... Ve Ekim 2008 tarihi de affın yürürlüğe girdiği gün... Hakkımı kaybettikten bir ay sonra "affettim lan seni"... Eyvallah!..

Ve bugün... Bugünü 28 Şubat sanan ben (güya haberleri takip ediyorum, hani hiç darbe hatıraları geçmedi bültenlerde...), son gün telaşesiyle eğitim fakültesi kapısına dayandım. Lakin görevli gelmiyor... gelmiyor... gelmiyor... Kapıdaki güvenliğe sordular: "Kuzu çevirme yiyormuş!" diye geyiğine yaptı bi de ya... Neyse benim öğrenci işleri işkencesi tarihçesini hatırlamam için epey bir süre doğru böylelikle... Tabi memure hanım hakkında yine bekleşen bayanların yürüttükleri faraziyeleri burada yazamayacağım, bloğuma yakışmaz...

Birazdan gelince küçükçe bir kıyameti kopardı o bayanlardan biri zaten. Memure de pişkin, insan bi özür diler geç kaldığı için... Üstelik diğer eleman (kusura bakmasınlar, bu kelimeyi seçmemi hak ettiler) doğum iznine çıkmış... Doğuran o değil, belirteyim; eleman erkek...

Benim kavgaya zamanım olmadığı için (ikindi dersim vardı, geri dönmem lazım...) onları öyle bırakıp, doldurulacak belgeleri aldım, enstitüye gittim. İkinci raund burda başlıyor: Aftan gelmişim, gelmişim; ama bizim zamanımızdaki derslerle listedeki derslerin çoğu değişik. "Tezsiz"i bir yıla indirmişler; dolayısıyla bir çok ders değişmiş falan...

Soruyorum, anladığı yok; "Eğitim"e sor diyor... Tekrar memure-yi mezkureye geldim... Başı kalabalık değil; ama kabalığı hâlâ üstünde. Yine de bir zahmet anlattırdım, bi şeyler diyor anlamıyorum... Dedim bununla bir de ben mi kavga edeceğim şimdi:

- Sen burda yazanları al, listede gözükmeyen dersler açılırsa onların da sınavına girersin, ya da dersine işte, her neyse... Biz asarız ilan panosuna, bakarsın...

- (Ne zaman? Her gün fakültenin etrafında mı dolaşacağım ben, işi gücü bırakıp...) Peki bunların açılıp açılmayacağı neye göre belli oluyor? Bakın, ben afla geliyorum, bir sene şansım var... Bu baharda açılmazsa, öbür baharı göremiyorum...

- (Nihayet!) Merak etmeyin, ya derslerin denkliği sağlanır, ya da sınavları açılır... Sizi sene sonunda mezun edeceğiz...

- (Yok ya!) Peki, sağolun...

Son ifadesiyle orayı terk etmek için gönül rahatlığından bir gıdım da olsa tadabildim. Hadi bakalım, size güvenmiyorum ya...

E artık, ilan panolarınızın sıkı müdavimi olduk!..





Kocaeli Üniversitesi öğrenci işlerinde de durum pek farklı değilmiş!!!


Oradour-sur-Glane (Hayalet Şehrin Hikayesi)



Oradour-sur-Glane'da tarihin donduğu an... Harabeler ve bir araba...



Fransa’nın Oradour-sur-Glane kasabası, kolay dile getirilemeyen bir dehşete sahne olmuş.

İkinci Dünya Savaşı sırasında Silahlı SS Örgütü’ne mensup Alman askerlerinin, başkaldırdıkları için 642 kişiyi öldürdüğü kasaba, bu korkunç olayı aslında bir “hata” sonucunda yaşamış.

Yakındaki Oradour-sur-Vayres Bölgesi’ni hedefleyen fakat yanlışlıkla kasabayı işgal eden askerlerin herkesi öldürdükten sonra yakıp yıktığı ve savaştan sonra katliamın gerçekleştiği bölgeden uzakta tekrar inşa edilen Oradour-sur-Glane, bugün 2.025 nüfuslu bir yerel yönetim.

Eski köy ise ölenlerin anısına olduğu gibi korunuyor. Sahipleri bulundukları binada yanarken duran ve tam o anı gösteren kol saatleri, evler yanarken aşırı sıcaktan eriyen cam ve çeşitli malzemelerden yapılmış eşyalar ile paralar da sergilenenler arasında...



Kaynak: http://www.arkitera.com/news.php?action=displayNewsItem&ID=33189

Hayalet şehre ait site: http://oradoursurglane.free.fr/

26 Şubat 2009 Perşembe

Angel Şelalesi (Dünyanın En Uzun Şelalesi)



Dünyanın en uzun şelalesi... İsterseniz en büyük deyin...



Venezuela'nın Canaima Ulusal Park'ında bulunuyor. Burası üç milyon hektarlık alanıyla dünyanın en büyük doğal parkıymış. Buranın karakteristik özelliği tepui denilen "masa-tepe" olarak isimlendirilebilecek olan coğrafi yapılar. Ve Angel Şelalesi de bu tipik özelliği barındırmakta...



Şelale, "Angel Falls”, “Churun Meru”, “Angel Salto” gibi adlarla biliniyor. Ama Angel ismini alışının özel bir hikayesi var:



Missoirili Jimmy Angel adında biri değerli taşlar ararken bu şelaleyle karşılaşır. Olağanüstü tabii güzelliğe hayran olur ve ailesi ve arkadaşlarıyla bu güzelliği paylaşmak için kullandığı uçakla tekrar buraya gelir. Ancak uçak, yerlilerin Şeytan Kanyonu dedikleri Auyan Tepesi'ne düşer.



11 gün süren mücadeleleri sonucunda bir kasabaya inmeyi başarırlar. Uçak ise 33 gün sonra tepeden kaldırılıp Maracay’daki Aviation Müzesi'nde sergilenir. Venezuela'da efsane haline gelen Jimmy Angel'ın adı da böylece şelaleyle birlikte ölümsüzleşir... Ayrıca onların bu yaşam savaşının hatırası olarak da uçağın maketi tepeye yerleştirilir...


Göz Göre Göre Yine Son Güne...




Tatil günüme uykuyu uzatarak başladım. Üşene üşene kalktıktan sonra dün vermiş olduğum gözlüğümü almak için Eminönü'ne gittim.
Hava epey sert...rüzgarlı ve soğuk... Arada inceden kar serpiştiriyor...
SGK'ya sağlık hizmetleri için başvurup açılış yaptırmadığım için, reçeteyi kendi cebimden ödedim tabi. 40 TL civarında bir gözlük katkısı var sigortanın. Acele gerekmese giriş yapılmasını bekleyebilirdim; ama gözlüksüz yapamayacağım için sigorta indirimini ıskalamayı göze aldım. Sağolsun Süleyman Bey 40 TL'yi saklı tutacak, sağlık girişi tamam olunca o meblağı güneş gözlüğü indiriminde kullanabileceğim...
Pek bir nekes durmuyorumdur umarım oradan... Haklarımı değerlendiriyorum sadece yaf...

Gözlük meselesini hallettikten sonra afla gelen Tezsiz (yüksek lisans)'e devam kaydını yaptırayım dedim de... Kravatlı bir tek resmimi bulamadım yanımda. Yine son güne kalıyorsun diye kendime epey çemkirdim içimden; ama soğuğu gözüm kesmedi, geri döneyim dedim...
Dönüşte bari kayıt ücretini yatırayım da, işin ucundan biraz kırpayım dedim... Bindim otobüse, siteye yakın yerde inip bankaya yöneldim... Garanti'ye parayı yatırdım. Çıktım... Otobüs bekliyorum tekrar... Gelmiyor da gelmiyor... Bir sürü araba gidiyor siteye, biri de "gel, götüreyim" demiyor... Hava sert...soğuk... esiyor...serpiyor...


Canım sıkıldı, bankanın altında BİM var, girdim markete... Bi sürü yiyecek şey aldım, kafayı bozdum... Akşam cimbom da yenerse, hepsini afiyetle götürürüm... Yoksa kursağımda kalacak... Her neyse elimde yükler, yine çıktım dışarı... Baktım yine bekleyeceğim, zaten az önce bi otobüs durmamış, delirtmiş beni, baktım ticari taksi geliyor, boş... Atladım, hadi bakalım bugün bonkör gündeyiz... 5 dk. da geldim haneye...

Uzun planlı kısa günün hikayesi böylece dışarda bitmiş oldu... İç dünyamız da bizde kalsın demi?..

23 Şubat 2009 Pazartesi

Güya...




Güya...
Kar yağacaktı...
Gün boyu yufkaya un serpiştirir gibi yaptı durdu...
Hiç inandırıcı değil!..

Güya...
Radikal kararlar alınacaktı Gs'de...
Öğleye doğru Skibbe gitti, "Efsane Kaptan" Florya'nın "patron"u oldu...
Hiç inandırıcı değil!..

Benim için "bugün" bitmiştir...
Yarına Allah kerim...
Adnanlara da Bülent "Korkmaz" derim...


Karikatür hakkında:
Güya dedim, bu denk geldi... İyi denk geldi... :)

Florya'nın Yeni Patronu Efsane Kaptan...



Hadi hayırlısı!
Galatasaray'a bir UEFA kupası daha gelir mi dersin yine seninle!..
Dilerim seni de harcamazlar ve bir başka efsane kadroda patron olarak bulunursun...



Akşamüstü dipnot:
Ve Bülent Korkmaz ilk antremanına çıktı...

Zam Yerine Kar Yağsaydı... He?



İstanbul'a kar ne zaman yağacak yahu? Sibirya üzerinden gelen soğuklar getirmedi hadi, Balkanlar'dan gelen soğuk ve yağışlı havaya ne oldu? Tamam insanlar yollarda kalsın istemiyorum ama; kardanadam bir masal kahramanı olacak böyle giderse...


Yani şöyle üç gün, beş gün, bir hafta (hadi o kadar abartmayalım) tatil olsa... Çocukları sevindirmek sevap değil mi?!
E insanlar da trafiğe çıkmasın bi müddet, en azından memurlar... Çocuklarıyla kardanadam yapsınlar, kestane pişirsinler, dedeler o çook eski meşhur soğukları anlatsın... Aile olsun insanlar bir kaç gün, ne güzel!..

Romantikler karda yürüsün, saçlarına lapa lapa kar yağsın, burunları kıpkırmızı olsun, içleri sıcacık... Uzak memleketlerdeki arkadaşlar aransın, "Heeyy, İstanbul'a kar yağıyor, her yer bembeyaz, karda yürüyorum, şahane!" densin...

F
alan filan...

Ammaaa...


Şartları sadece yazı kaldıran insanlar n'olacak?

Doğal gaz faturalarındaki sayılar basamak çıkıp dururken...
"Hava bari bedava!" dedik durduk bunca zaman; ama artık iklimler bile parayla yaşanıyor be!..

21 Şubat 2009 Cumartesi

Her Şey Alabildiğine Çok... Ben de!...



İyi de kötü de bende...
An gelir idamlık suçlar içlerim, an gelir melaike kesilirim...

Her şey olmaya çalışır insan hayatta... Her işin üstesinden gelmeye... Annemin hep dediği gibi "zanaatın en kötüsü saz çalmak, onu da belleyip karnına katacaksın..." dır...
Kişilikler de öyle...alabildiğince çoğalır... Hangisi sensin karıştırırsın. Kâh yufka yüreklisindir, kâh külhanbeyi... Bazen aynada kendine pisliğin teki gibi bakarsın, bazen inanılmaz saf... Kimi gelenekçinin önde gidenisindir, kimi son derece ılımlı, hümanist...



"Elimden gelen bu ben iki kişiyim
Çoğalmak neyse ne azalmak zor..."

Yine de "iyi ile kötü arasında kocaman bir fark var..."

19 Şubat 2009 Perşembe

Ayakta Uyuyan Düşler...



Çok güzel senaryolar yazsan da...
Her istediğini istediğin rolde oynatamazsın... Başka hikayelerin kahramanlarına göz dikiyorsun belki de...

Kendi senaryolarını castırırken insan, başka bir filmin başrolünü kaçırıyor belki...
Lakin... Nereden bileceksin...

Yöneteceği tek şey kriz oluyor bir gün böyle böyle... "Eşekten düşme"nin çekimleri de en zoru... Gecesi gündüzü yok...

Kurduğum pek çok hayalin, yatacak yeri yok...

17 Şubat 2009 Salı

Rüzgar-şımda...




"uçurtmam bulutlardan yüce..."
bir de rüzgar lehime esse...

3 Şubat 2009 Salı

Bir Hoş Oldu İçim Dişim...


Bugün öğleden sonra dişçiye gittim.

- % 80 dişi çekmemiz lazım. % 15 bi şans var, belki kurtarabiliriz...

Arada kaynayan % 5'in hatırına kurtaralım ya, hadi be!
Kırık ve çürük dişime bi ilaç yapıştırdı. İki gün dursun ağrı yapmazsa kurtarma şansımız var demektir, dedi... Ama ben yarın memlekete gideceğim. N'apacaz şimdi?!!

Şu son bi haftada diş ağrısı dediklerinin ne menem şey olduğunu yakinen tecrübe etmiş oldum. Hele bi gece 3 buçuğa kadar uyuyamadım, vurup yumruğu o dişi indirivermek geldi içimden. O derece yani!!! Ertesi gün de apse yapmasın mı? Diş şişti, çiğne bi şey çiğneyebilirsen... Allahtan bi tavsiyeyle "largopen" aldım da iki-üç günde indirdi, dişçiye de bugün az acıyla gidebildim...

İnsan dilinden çeker ya, dişinden de öyle çekebiliyor işte... Allah kimseye çektirmesin... Benimkini de inşallah...